Yeni Türkü: ''Suçumuz yoktu ama fişlenmiştik'' / Ali Pektaş - Zaman Gazetesi
21.12.2013

Yeni Türkü’nün 12 Eylül darbesinden sonra yasaklanan ilk albümü ‘Buğdayın Türküsü’ yeniden yayınlandı. Grubun kurucuları Derya Köroğlu ve Selim Atakan ile geçmişi ve bugünü konuştuk.

 
Buğdayın Türküsü 33 yıl aradan sonra, raflara yeniden konuldu. Hangi duygular içindesiniz?
 
Selim Atakan:Aslında daha çok heyecanlanabilirdik ama albümün basım süreci biraz uzun sürdü. Bundan dolayı bu heyecanı taksit taksit yaşadık. (Gülüşmeler) Tabii görünce heyecanlandık. Bir kere o günlere geri döndük, o günlerdeki duygularımızı hatırladık. Özellikle albümle birlikte verilen belgesel bizim için çok özel. Çünkü sadece biz değil, Yeni Türkü’ye dahil olan herkes konuştu. Biz de her şeyi dışarıdan görme imkânı bulduk.
 
Albüm raflardan kaldırıldı ama hep bir efsane olarak dilden dile dolaştı. Yayınlanma ve toplatılma sürecinde neler yaşadınız?
 
Derya Köroğlu: Albümü çıkarırken de zorlanmıştık. Savcı temiz kâğıdı istedi. 12 Eylül darbesinin ardından da hop diye raflardan kaldırıldı. Çünkü çok büyük bir korku vardı. Zaten Nazım Hikmet ismini görmek bile herkesi korkudan titretiyordu. Şu andan bakıp da o zamanı anlamak kolay değil. Başka türlü bir yasaklar ülkesiydi o zaman Türkiye. Albüm toplatıldı ancak biz aslında postayla gönderiyorduk. Bir yandan da el altından dolaşıyordu. O yüzden bir efsane haline geldi.
 
Bu albümü bugüne kadar neden yayınlamadınız peki?
 
D.K.:  1990’da bu albümden birkaç şarkıyı Rumeli Hisarı konseri albümüne koymuştuk. Ama bütün albümü tekrar yayınlamayı neden düşünmedik bilmiyorum. Aslında olduğu gibi çıkarmayı değil de stüdyoya girip yeniden kaydetmeyi düşünüyorduk.
 
S.A.:Yeni Türkü her albümünde yenilik peşindeydi. Bütün albümlerinde yeni denemeler vardı. Bu albümü tekrar basmayı geriye gitmek gibi düşündük herhalde.
 
Buğdayın Türküsü, Yeni Türkü müziğinin başlangıcı aynı zamanda. Bu albümü tüm albümlerinizi düşündüğünüzde nereye koyuyorsunuz?
 
S.A.:Bunun çıktığı dönem ve politik ağırlığı farklı. Müzikal açıdan çok fazla fark yok.
 
D.K.:Buğdayın Türküsü müziği hangi prensiplerle yapacağımızı ortaya koyan bir albüm. Bizim manifestomuz aslında. O albümde nasıl müzik yapacağımızı deklare etmişiz.
 
Sizi bir araya getiren neydi?
 
D.K.: En başından beri müziği ciddiye aldık. Üçümüzün de çocukluktan gelen müzik aşkı vardı. Kader de bizi bir araya getirdi. O dönemde müzik çok şey ifade ediyordu. Bir varoluş, sisteme muhalefet, aşkı, sevgiyi, savaşa karşı barışı savunmanın yoluydu. Bütün dünyada da bu böyleydi.
 
S.A.:Ticari kaygılarla bir araya gelmedik. Bizi hiçbir zaman para korkutmadı, müziği kendimiz için yapıyorduk. Benim şu an çalıştığım gençler var. Onlar önce ticari kaygıyı ortaya koyuyor.
 
Çatışma ve korkuların olduğu bir dönemde böylesi bir albüm yapmaktan korkmadınız mı hiç?
 
S.A.: Demek ki o bizde bir yüceltme mekanizması oluşturmuş. Bir nevi süblimasyon yapmışız. Kaygılarımızı, stresimizi bu yöne vermişiz. Elbette o dönem toplumda bir korku vardı ama moralimiz bozuldu bugün bir şey yapmayalım, demiyorduk.
 
D.K.: Bu dönemde yaşadıklarımızla o dönemde yaşadıklarımızı algılayışımız arasında büyük farklar var. 68 kuşağının hemen sonrası olmamıza rağmen, kendimize güvenen insanlardık. O zaman bir üniversite öğrencesi kendine güvenir, hayat beni ezecek diye korkmazdı. Ben hayata bir şeyler vereceğim diye bakardı. Herkesin bir ideali vardı. Çok kötü şeyler yaşıyorduk ama bunlar bizi korkutan şeyler değildi. Şimdi de o coşkuyu kaybetmeden yaşıyoruz.
 
Albümü yaptınız ve bir darbe süreci geldi. Sonrasında albüm raflardan kaldırıldı. Bizi de içeri alırlar korkusu yaşadınız mı?
 
S.A.:Bir depresyon geçirdik ama hayatımızdan vazgeçirecek şekilde değil. Çünkü engellenmeye aşılanmıştık. Kendimize başka çıkış yolları aradık. Bir şeyden korkup sevmediğin ve fikirlerini beğenmediğin birileriyle işbirliği yapmak bana son derece ahlâksızca geliyor. Biz onları düşünmedik, dik durduk.
 
D.K.: Evet, kendimize başka çıkış yolu aradık. Ne yapacağımızı şaşırmış haldeydik, herkes kaderine razı olacaktı. Bizim öğrenci hareketi içinde yer almış olmamıza rağmen doğrudan suç isnat edilecek bir şeyimiz yoktu ama sonradan cezasını gördü Selim. Fişlenmiş insanlar olarak üniversiteye almadılar.
 
Hayatımız hiç bu kadar politik olmamıştı
Albüm kartonetinde Gezi olaylarına da bir telmih bulunuyor. Türkiye’nin 12 Eylül’ü ile bu dönemini kıyasladığınızda benzerlikler var mı?
 
Selim ATAKAN: Çok şey değişmedi aslında. Orantısız otoritenin el değiştirdiğini gördük. O zamanlar işkence, ölüm ön plandaydı. Şimdi onun yerini gaz bombası ve kaza ölümleri aldı. Uzun zamandır atıl olan gençlik bir şeyler düşündü. O dönem geçti mi, birdenbire soğudu mu, yoksa kalıcı bir etki oldu mu bilmiyorum. Keşke olsa...
 
Derya KÖROĞLU:Gezi süreci izlerinin kalıcı olacağını düşünüyorum. Türkiye 12 Eylül’den bu yana hâlâ demokrasiyi bulmaya çalışıyor. Demokrasi ve özgürlük ortamı ancak mücadelelerle elde ediliyor. Türkiye’de insan hakları tepeden aşağı kabul ediliyor. 12 Eylül sapanı çekti, totoriter bir rejim kurdu. Aradan yıllar geçti, bu sefer o sapan fazla öbür tarafa gitti. Gene aynı totoriter hatta otokratik bir sistem var. Başka mağdurlar yaratma yolunda ilerleniyor. Bundan vazgeçilmiyor.
 
Gezi süreci daha yumuşak atlatılamaz mıydı?
 
D.K.:Adım gibi eminim ki AK Parti ve Erdoğan bu tepkiyi vermeseydi olaylar bu kadar büyümeyecekti. Gidip o gençlerle konuşsaydı çok daha büyük bir destek toplamış olacaktı. O gençliğin kimseye kin ve nefreti yoktu. Politik hedefi olmayan bir hareketti. Üstlerine öfkeyle gelinmesi, ölümlerin olması ve bunlarda ısrar edilmesi çok kötüydü. Bu hareket önce iyi niyetle başladı, sonradan işin içine başka şeyler girdi. Bir nehir akmaya başladı ama başka yataklara da gitti. Lakin bu kadar büyümeden her şey bitebilirdi.
 
12 Eylül döneminde fişlendik dediniz. Günümüzde başka fişlemelerin olduğunu da görüyoruz...
 
D.K.:Hakikaten korkunç bir durum var ortada. Bir konu hakkında bir şey söylediğinizde, olmadığınız halde bir şeyci olmak durumunda kalıyorsunuz. Bir şeyi eleştirebilirsiniz ama bu içeri atılmak için bir sebep oldu. Hayatımızın bu kadar politikleştiği bir dönem hatırlamıyorum. 12 Eylül’de böyle değildik.
 
En azından albümün şu anda toplatılma ihtimali yok. Bu sizi sevindiriyor mu?
 
D.K.:Evet bu anlamda önyargıların kırıldığı bir dönemde yaşıyoruz ama sapan bu taraftan öbür tarafa savruldu. Bu dönemde istediğin gibi fikirlerini söyleyebiliyorsun ama bu sefer de ya ekonomik olarak seni yok ediyorlar ya da yargı ile.
 
Bir konser olacak mı?
 
S.A.: Bunu yapabiliriz. Düşünmedik ama olabilir. Yeni Türkü’ye has yenilikçi bir konseptle tabii...
 
Ülkede maalesef muhalefet yok
Buğdayın Türküsü zamanındaki ve günümüzdeki dünyaya bakarak yarınları nasıl görüyorsunuz?
 
Derya Köroğlu: Ümitliyim. İyimser bakıyorum geleceğe ama bugünden yarına hemen bir şeyler düzelmeyeceğini biliyoruz. Bir kuşak harcanıyor. Güzel günler de gelecek.
 
Selim atakan:Ben pek ümitli değilim. Tarihi hiçbir zaman belleklerimizde taşımadan unutuyoruz. Yok etme teknolojisi gelişti. İlerde daha vahim şeyler olacak. Bunları düşünecek vakit bile bulamayabiliriz.
 
Yeniden Buğdayın Türküsü gibi bir albüm yapmayı düşünür müsünüz?
 
S.a.:O gerçekçi olamaz. O zaman hissettiğimiz gibi hissetmemize imkân yok. Dünya çok değişti, her dönemin gerçekleri farklı. Asıl olan bu dönemin heyecanlarını yaşayıp bir şeyler yapmak.
 
Peki o günkü Yeni Türkü’den bugünlere ne kaldı? Sizlerde neler değişti?
 
D.K.:Elbette insanlar da değişti. Eski solculardan bugünün reklamcıları haline gelenler var. Biz bir kere idealler olarak insani yanımızı hep koruduk. Geriye kalan hümanizmdir. Özgürlüğe ve demokrasiye, halkların kardeşliğine, ulusların kaderlerini tayin hakkına inanmış bir kültürden geliyoruz. Bugünkü Kürt açılımı gibi konular zaten bizim perspektifimiz içinde olan gerçekler. Biz bu idealleri kaybetmeden bugünlere geldik.
 
Ülkemizdeki önyargılar kırılır mı sizce?
 
D.K.: Gezi olaylarında da bunu gördüm. İnsanların önyargılarını atıp bir araya gelebildiği bir platformdu. Bu güzelliği kaçırdık, kaçırmamak geriyordu. Hükümet sürekli mağdur olmaktan bahsediyor. Evet zamanında o kesim mağdur oldu ama şimdi de maalesef başka bir mağduriyet mekanizması geliştirildi. Mesela son olarak dershanelerin kapatılması gündeme geldi. Dershanelerin olmasını prensip olarak ben de doğru bulmuyorum. Ancak onları yok etmeden önce onu doğuran sebeplerin ortadan kalkması gerek. Dershaneler bir sonuç-sebep değil. Önce sebebi ortadan kaldıracaksın. Dershane kalkacak da ne olacak? Fakirin çocuğu nasıl zengin çocuğuyla yarışacak? Bu çelişkiler görülmüyor mu? İnsanların gırtlaklarına geldi ama maalesef muhalefet yok ülkede. Zaten güçlü bir muhalefet olsa insanlar sokaklara dökülmezdi.
 
Ali Pektaş - Zaman Gazetesi

SON EKLENEN 5 HABER

Yeni Türkü